Dünyanın süper gücü aynı zamanda askeri olarak da en güçlüsü olan Amerika’nın bizi silahla değil de kültürel gücü ile kurşuna dizdiğini fark ettiğimden beri olaylara bakış açım değişti. Joseph Nye, Yumuşak Güç “Soft Power” kitabında bu konuyu oldukça derinlemesine işlemiş. Size biraz kültürel iktidardan bahsetmek istiyorum.
Kültürel iktidar, toplum içerisinde kültürün, düşüncelerin ve değerlerin şekillendirilmesi, yönlendirilmesi ve kontrol edilmesi sürecini ifade eder. Bu kavram, ekonomik ya da siyasi gücün değil, toplumsal kabul gören normların, geleneklerin ve sembollerin bir güç aracı olarak nasıl işlediğini anlamamıza olanak tanır. Kültürel iktidar belli bir grubun ya da toplumun değerlerinin, inanç ve davranış biçimlerinin yayılması sürecidir. Bu süreç bir nevi sistematik bir baskı anlamına gelir. Medya, eğitim, sanat, bir takım inançlar, dil ve özellikle popüler kültür bu baskı sürecinin yayılması için birer silah olarak kullanılır.
Antonio Gramsci’nin hegemonya teorisini belki duymuşsunuzdur. Kültürel iktidarın nasıl işlediğini anlamamız açısından oldukça önemli bir kavramdır. Gramsci, hegemonyanın yalnızca zorla değil, kültürel ve ideolojik araçlarla da sağlandığını belirtir. Yani, egemen sınıflar toplumsal yapıyı sadece ekonomik güçle değil, aynı zamanda bu yapıyı kabul eden, ona itaat eden ve onu meşrulaştıran kültürel normlarla da kontrol ederler. Bu, egemen sınıfın sadece güç kullanarak değil, aynı zamanda toplumun geniş kesimlerini kültürel olarak “kazanarak” iktidarını sürdürmesi anlamına gelir.
Birçok ülkede aslında iktidarların bir önemi yoktur. Önemli olan o ülkelerde hâkim olan kültürel iktidardır. Ülkenin başındaki liderin ya da partinin görüşleri hâkim gibi gözükebilir ama aslında olan biten çok başkadır. Kitleler farklı yöntem ve metotlarla uyuşturulurken, idarecilerin yaşadıkları hayatın her alanda hâkim olduğu yanılgısı ortaya çıkar. Konuyu daha da somutlaştırmak gerekirse televizyon programları, diziler ve filmler aracılığı ile yürütülen algı yönetimi sayesinde gerçekte karşılığı olmayan bir hayal dünyası uydurulur. İktidarı destekleyen kitleler bu hayal dünyasını gerçeğinden ayırt edemez. Bu derin hipnoz yöntemi ile iktidarlar varlıklarını sürdürürken bazen kültürel iktidar onların muhaliflerine aittir. Bu can yakan acı gerçeği ayırt edebilen çok az bir kitle ise kitleler tarafından aforoz edilmiştir. Gustave Le Bon’un Kitleler Psikoloji adlı kitabı bu derin hayal alemini ve asırlardır sonuç veren algı yönetimini çok güzel izah eder. Tıpkı Amerika’da Cumhuriyetçilerin ya da Demokratların iktidarlarından ziyade Amerikan kültürünün bütün dünyada hâkim olması gibi.
Buradan baktığımızda kültür sanat faaliyetlerinin zannettiğimizden çok daha değerli ve etkili olduğunu anlamak çok da zor olmasa gerek. Kendi yaşadığımız topraklarda yetişen yeni nesle baktığımızda anlatmak istediğim şeyin ne demek olduğu daha açık ve net görülecektir. Neredeyse çeyrek asırdır ülkemizi yöneten fikir ile yeni neslin ne kadar çatışma halinde olduğunu izah etmek için kültürel iktidarın ne anlama geldiğini ortaya koymaktan başka çare göremiyorum.
Kısacası müzik, spor, resim, sanat, kitap ve dahası eleştirel düşünce, mantık, felsefe ve zamanın ruhu üzerine kafa yormadan gerçekten iktidar olmak diye bir şey yoktur. Sadece bazı koltukları işgal eden insanlar, haksız yere sahip olunan makamlar, üst üste biriktirilen dünyalıklar, lüks ve şatafat vardır. Bunların hepsi gelip geçici iken, kültürel iktidar kalıcı ve etkilidir.
Fatih Yılmaz – Şehir Kültür
İlk yorum yapan siz olun