“Gerçek şu ki, bu hayattan ve genel olarak 19. yüzyıldan içtenlikle bıktım. Her şeyin ters gittiğine inanıyorum. Bundan başka, 2045 yılında kimin Amerikan Devlet Başkanı olacağını çok merak ediyorum.”
Edgar Allan Poe 1845 yılında yazdığı “Bir Mumya ile Küçük Bir Tartışma” öyküsünden kelimeleriyle böyle kılçık atıyor 180 yıl sonrasına. Ey Poe, geldiysen bile geri dön. Tünelin ucu kargaşaya çıkıyor. Seni artık mukimi olduğun o meçhul alemden bir lahzalığına çekip alabilseydik, dehşeti canlı yayında seyredecektin, kitap sayfalarında değil. 19. yüzyıldan madem bıktın, 21. yüzyılın yakınından bile geçme. Delirerek mi öldün bilmiyoruz bu devirde yaşasan çıldırman garantiydi.
Şu an ABD’nin aklını peynir ekmekle yemiş bir avuç zırdeliler cemaati tarafından idare edildiğini söylesek Poe nasıl tepki verirdi acaba? Belki de bir dehşet öyküsü daha yazardı. 2045’e daha 20 yıl var. Bakalım Poe öykülerine konu olacak kadar sarkastik ve absürt yıllar mı bekliyor dünyayı? Yoksa bir ihtimal daha var Habemus Papam* mı dersin? Gündemi ıskalamayalım. Yoksulların ve merhametin papası müteveffa Francis’in ardından kardinal Robert Prevost, XIV. Leo namıyla Katoliklerin yeni papası oldu. Nasıl bir yönetim anlayışını benimseyeceği, foreign affairs işlerinde batı bloğunun mu yoksa yükselen ejderha doğunun mu yanında yer alacağı, Trump’a ayak bağı mı yoksa stepne mi olacağı bu yazının mevzusu değil. İki bin küsur yıllık papalık makamına başka bir veçheden bakalım. Yedinci sanattan, yani sinemadan. Hıristiyanlık ve Vatikan temalı filmleri başka bir janrın içinde değerlendirmek lazım. Mistikle aktüelin birleşimi bu yapımlar, hem heyecan verici bir gerçekliği, hem de gerçek olması mümkün olmayan fantezileri birarada sunma maharetine sahipler.
İtalyan yönetmen Nanni Moretti’nin yönettiği 2011 yapımı “Habemus Papam” filmine götürmek istiyorum sizi bu hafta. Zamanda geriye giderek ama. Şu anda vizyonda değil, hoş vizyonda olsa gider miydik, ondan da emin değilim. Sinema salonlarında hayaletler çift kale maç yapıyor artık. Yüksek maliyetlerden dolayı gösterecek film bulamayan salonlar, Pulp Fiction, The Godfather gibi kült filmleri yeniden oynatıyor. Tarantino’nun klasiği Pulp Piction 1994’te vizyona girmişti. 31 yıl sonra Türkiye’de sektörün tükenmişliğini, bilet fiyatlarının uçmuşluğunu bir kenara bırakalım. Sistem eleştirisi yapmak artık yavan kalıyor. Sistemin içinden nasıl geçilir onu anlatmaya cüret edeceğiz. Bunu da Habemus Papam filmindeki müstakbel papamız bizim adımıza yapacak.
(Konklav tamamlandı. Papa seçildi. Papa’nın yüzüne dikkat ettiniz mi? Sevineceği yerde tarlasına don vurmuş bir çiftçi ya da üç kredi kartını ödeyemediği için evine haciz gelmiş bir asgari ücretli gibi duruyor.)
Papa seçildiğinizi düşünün. 2 bin yıllık Katolik A.Ş’nin yeni yönetim kurulu başkanı artık sizsiniz. Aziz Petrus’un halefisiniz ancak yeni kurallar gereği onun gibi evli değilsiniz. Ölene kadar sırtınıza giyeceğiniz yeni abanız ve makamınız hayırlı olsun. İstifa etme hakkına sahipsiniz. Bunu Alman Papa Joseph Ratzinger, nam-ı diğer XVI. Benedicht (1927-2022) görev başındayken denemişti. Ancak istifası kabul edildi mi, bilmiyoruz. Bunu ancak istifasını sunduğu Tanrı’dan öğrenebiliriz. O aşkın güçten malumat almaya muktedir olamadığımız için görevden affının kabulüne dair dişe dokunur bir cevabımız yok.
Papa seçildiğinizi söylemiştik. Haberiniz var değil mi? Artık yetki sizde. Güç sizde. Kırmızı pabuçlar sizde. Bütün gün Apostolik Saray’da Batman gibi pelerininizi savurarak yürüyebilir, Güneş Kral XIV. Louis gibi ‘L’etat c’est moi’ (Devlet benim) diyerek dilediğiniz koltukta keyif çatabilirsiniz. 1.2 milyar katoliğin sizi babası gibi gördüğünü söylememe gerek bile yok. Peki gerçekten böyle mi olur? O güç sizi sersemletir mi? Peki ya papalık yapmak istemezsiniz? Hafazanallah ‘Ben bu göreve layık değilim?’ demeye kalkarsanız ne olacak? “Habemus Papam” filmi işin bir de bu cihetinden bizi haberdar etmeye çalışıyor. Filmde papayı canlandıran Michel Piccoli, seçildikten sonra ani bir bunalıma girerek bu denli yüksek bir makama layık olmadığını düşünüyor. Habemus papam diyenlere inat, “Papam non hobemus” (Papamız yok) diyor. Bunu ülkemizi gayya kuyusuna çeviren ekonomik krizi de hesaba katarak (Paramız yok) diye çevirirseniz, o da iş görebilir. Sonuçta papa dediğiniz de Vatikan Şehir Devleti’nin başkanı ve milyarlarca doları kontrol ediyor. Yani papa olursanız, para da oluyor.
(Papa endişeli. Aziz Petrus Bazilikası’nın geniş salonları ona dar geliyor)
Filmde, papayı seçen kardinaller arasında yer alan Renato Scarpa (Kardinal Gregori), 2018 yılında yayınlanan, Anthony Hopkins ve Jonathan Pryce’ın başrollerinde olduğu The Two Popes filminde de kardinal heyetindeydi. Beyefendi kardinal rollerinin aranan adamı. Ömrü yetseydi, sanırım bu yıl vizyona giren ve papalık seçiminin anlatıldığı Conclave filminde de görebilirdik kendisini. Nasıl ki Türk sinemasında kötü adam rollerinin marka ismi Erol Taş ise, kardinal deyince de aklınıza Renato Scarpa gelsin. Hevesli bir senarist misiniz? Cannes’da jüri özel ödülü almak isteyen taze bir yönetmen adayı mısınız yoksa? Hıristiyanlık temelli bir film çekeceksiniz ve kardinale ihtiyacınız mı var? Renato Scarpa’ya ulaşın. Ama öldüğü için belki de bu isteğinizi yapay zeka hazretleri yerine getirecektir.
Habemus Papam’daki papamız, film boyu kendini sorguluyor, bir tiyatro kumpanyasına katılıyor, psikiyatristlerle konuşuyor ve sonunda balkon konuşmasında katolik alemini felç edecek o cümleyi kuruyor: Hayır, o adam ben değilim! Papa seçilmesine rağmen balkona çıkmayıp ortalıktan kaybolunca tüm dünya kendisine ne olduğunu merak ederken o sokaklarda yürüyor, kafelerde kahve içiyor. Papa, Roma’nın tadını çıkarıyor. Vatikan’ın resmi ve yavaş dünyasından sıkılmış olmalı.
(İlk çıldırış. Balkon konuşması için hazırlanırken, derinden gelen bir anksiyete atağı papayı gerçeklikten koparıyor.)
Burada asıl mevzumuz bir papanın yaşlılık depresyonu ya da performans anksiyetesiyle görevden kaçması değil. Kendisini bu pozisyona uygun bulmaması. Evet, papalık pozisyonu! Bugün Vatikan A.Ş adında bir şirket olsaydı LinkedIn’de üst düzey yönetici ilanında papalık pozisyonunu görmeniz şaşırtıcı olmazdı. İnsan Kaynakları olarak kimlerle görüşeceksiniz? Bunun için tam yetkili merci olacak mıydı? Orası artık 21. Yüzyılın dinamiklerine kalmış. Artık her şeyin tüketim objesine dönüştüğü, inançların, ideolojilerin sosyal medyada birer pop ikonu haline geldiği küremizde papalık pozisyonu için neden iş ilanı açılmasın ki? Bak, bundan da postmodern bir film konusu çıkar. Dileyen romanını da yazabilir. Tabi aforoz olmayı göze aldıysa. Bendeniz Katolik olmadığım için bir ara bunu deneyebilirim. Peki siz olsanız ne yapardınız? Filmdeki papamız Michel Piccoli gibi kendinizi papalık makamına yakıştırmaz mıydınız? Yoksa “Benden iyisini mi bulacaklar? Gençliğimiz var, heyecanımız var” diyerek boştaki papalık pozisyonu için (Sede vacante) derhal CV’nizi mi gönderirdiniz?
Dünya artık “Bilmiyorum, ben bunu yapamam, bu konuda yeterli tecrübem yok, bu iş için uygun olduğumu düşünmüyorum” diyenlerin makbul olduğu bir yer değil. Bu gezegen her şeyi yapabileceğine, on parmağında on marifet olduğuna inandırılmış milyonların rabarba gürültüsüyle tarihte hiç olmadığı kadar devasa bir kaosun içinde çalkalanıyor artık. Hiç kimse eksikliklerinden, yapamayacaklarından bahsetmiyor. Bunu zayıflık olarak görüyor. Çünkü artık bir şeyi bilmemek affedilmez bir suç. Bilmiyorum derseniz, homurdanan güdümlü kitlelerin sizi parmakla göstererek etiketlemesi kaçınılmaz. Toplumdan diskalifiye edilirsiniz. Bilmeseniz bile bileceksiniz. En azından biliyormuş gibi yapacaksınız. Enigmatik çağ diyor kimileri de bu yaşadığımız kuru gürültünün adına. Her şeyin birbirine geçtiği, beş dakika önce doğru kabul edilen sarsılmaz yasaların on dakika sonra paçavra gibi yerlerde sürüklendiği, yanlışın ve doğrunun hiçbir hükmünün kalmadığı, mantığın bile mantıksız kaldığı bir devir. Post-truth çağda ne yapacaksınız? Papa olmayı istemez misiniz? Üstelik dolgun maaş, kalacak yer, bedava yemek ve çeşitli yan haklarınız da mevcut. Merak etmeyin, sigortanız tam yatacak. SGK’yı kandırabilirsiniz ama Tanrı’yı asla!
Kadir Sarıkaya – Şehir Kültür
*Habemus Papam (Lat.): Papa seçildikten sonra bir kardinalin Aziz Petrus Bazilikası’nın balkonuna çıkarak söylediği geleneksel ve meşhur Latince ifade.. “Bir Papamız var” anlamında.



İlk yorum yapan siz olun