İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ziya Gökalp’i yeniden okumak Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak

Ülkemizde Son iki yüzyıl batılılaşma tartışmaları ile geçiyor. Batılılaşacak mıyız, öyleyse ne kadar Batılılaşacağız, batının ahlakını almayacağız ama teknolojisini mi alacağız diye devam ediyor. Batıdan askeri teknoloji almak daha sonra kurumları ve kuralları da almaya dönüşüyor. Bu alım ve içselleştirme süreci kültürü ve toplumu da etkiliyor. Osmanlının zayıflaması, Batı’nın üstünlüğü ele geçirmesi, Batı’da Ulus fikrinin yükselmesi en çok İmparatorlukları sarsarken, zayıflayan bir imparatorluk olarak Osmanlı çok dilli ve çok dinli yapısıyla en çok etkilenenler arasında yer alıyor. Batılılaşma çabalarının yanına devlet çatırdıyor, devleti kurtaralım fikri de eşlik etmeye başlıyor. Devleti kurtarmalıyız fikri ise yeni fikirler ortaya çıkartıyor. Bu fikirler, Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük. Bu fikirlerden ilk ortaya çıkanı Osmanlıcılık.

Osmanlıcılık bir Osmanlı Milleti oluşturma çabası. Osmanlı hakimiyet alanı, bir çok dini, bu  dinlerin alt kolları olan bir çok mezhebi ve bir çok dili barındıran bir coğrafya. Bir çok milleti dememem deki özel sebep ise aynı din, mezhep ve dili paylaşan insanların henüz bir millet fikrine ulaşmamalarıdır. Uluslaşma fikirleri ve devletin zayıflamasından doğan dış müdahaleler Osmanlı kimliği altında birleşmeyi imkansız kılıyor. Balkan savaşı ile Osmanlı’dan ayrılan bu etnik grupların ulus kimliklerinin bir aşaması olarak düşman olarak gördükleri Osmanlı’ya karşı bir savaş başlatmaları ve bunda başarılı olmaları Osmanlı Milleti fikrini neredeyse ortadan kaldırıyor.

İslamcılık fikri ise bana göre iki kol halinde ilerliyor. Birinci kolu daha çok siyasi hedeflerle ilgili. Hristiyan grupların Osmanlı’dan ayrılması ile Osmanlı’nın tek dinli bir devlet haline gelme sürecini hızlandırıyor. Tek dinli devlet süreci Türkiye Cumhuriyeti ile tamamlanacak. Din Arapların ayrılık sürecini durdurmak, İngiliz sömürüsü altındaki milletlerle ilişki kurarak onları ayaklanmalara teşvik etmek için bir araç olarak kullanılmaya çalışılıyor. Bu çabalar da birinci dünya savaşı ile çökecek. Bana göre İslamcılığın diğer kanadı bu günlük siyasi çıkar gözeten kolun hedeflerinin daha dışında. Bu İslamcılık daha çok Batılılaşmaya tepki olarak daha köklü fikirler etrafında devam eden bir kol. Birinci kolda bahsettiğim fikirleri daha çok batılılaşma fikirleri ile beraber götüren fikir insanlarının olması bu düşünceyi güçlendiriyor. İkinci kol olan fikri İslamcılık günümüzde etkisi azalsa da devam etmekte.

Üçüncü fikir ise Türkçülük. Bu fikir devleti Misak-ı Milli sınırlarında tutuyor. Türkçülük fikrinin bir kolu Yusuf Akçura, bir kolu da Ziya Gökalp diyebiliriz. Yusuf Akçura Üç Tarzı Siyaset kitabında bu üç fikri eleştiriye tabi tutuyor ve ayakta kalan onun için Türkçülük oluyor. Ziya Gökalp ise Osmanlıcılığı bir kenara bırakarak farklı bir üçlü sentez ortaya koyuyor. Bu da Türkçülük temelinde Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak kitabı ile ortaya çıkıyor.

Öncelikle Ziya Gökalp’in kültür ve medeniyet ayrımını anlamak gerekiyor. Kültür (Hars) milletlere özgüdür, din, dil, gelenek, folklor, estetik ve ülküdür. Her millet için farlılık gösterir. Medeniyet ise evrenseldir. Bilim, felsefe, teknoloji ve hukuk milletlerin ortak malıdır. Gökalp’e göre birleştirici unsur Türk Kültürü’dür. Bunun için de ilk aşama Türkleşmek’tir. Türklerin İslamla birlikte bir kültürü oluşmuştur fakat bu kültürü İslamdan ayrı düşünmediğimiz gibi sadece İslam ile de düşünümeyiz. İslam çatısı altında milletlerin ayrı ayrı kültürleri vardır. Bu kültürün de en temel taşı Türkçe’dir. Türkçe ile Osmanlı sınırlarının dışına çıkar ve Ortasya’ya kadar uzanır. Burada Gökalp dilde sadeleşmeyi savunur. Batı dillerinden alınan kelimelerin Türkçe karşılıkları oluşturulmalı, Farsça ve Arapça’dan geçen terkipler yerine kelimeler o dillerden geçse dahi terkipler Türkçe olmalıdır. Örneğin Edebiyatı-ı Türkiye yerine Türk edebiyatı kullanılmalıdır.

Gelenek (anane) kavramına önem verir. Burada yaptığı tartışma ilginçtir. Muhafazakârlık ve Radikallik iki zıt fikir gibi görünmesine rağmen Gökalp’e göre ikisi de kuralcılık temelinde birleşir. Kurallar asıl değildir. Asıl olan gelenektir. Kurallar asıl olursa ilerleme olmaz, her şey donar. Kurallara uymayan şeyler reddedilir. Yenilik ortaya çıkmaz. Kurallar donuk gelenek ise canlıdır. Çünkü gelenek gücünü tarihten, yaşanmışlıklardan alır. Yeni bir şey kurallara uymasa da gelenekle çatışmıyorsa alınır, bu da gelişime kapı açar. Gelenekler korundukça gelişimin ve terakkinin önü açıktır. Gelenek ise her toplumda olduğu gibi din kaynaklıdır. Buradan yola çıkarak dini bir kurallar silsilesi değil, bir ruh, bir ahlak, bir felsefi bakış açısı olarak gördüğünü çıkarabiliriz. Donuk kurallar yerine dinin ruhuna inmek gerekir. “Ezmanın tagayyürü ile ahkamın tagayyürü inkar olunmaz.” Gelenek söz konusu olunca Türklük ve İslamlık birleşir. Burada Gökalp’in ana tezi ortaya çıkar o da Türk-İslam ülküsüdür. Türkçe bu terkiplerde önce gelen sonra geleni sınırlar. Yani Türk İslam terkibinde Türklük İslamlığı sınırlamaktadır. Belki yüz senedir de ana tartışmalar bu eksende ilerler. Bu eksende de Gökalp’in yeri bellidir.

Muasırlaşma ise üçüncü aşamadır. Kültürü koruyarak, dine ahlaki alanda sahip çıkarak muasırlaşmak veya medeniyete erişmek hedeftir. Burada Gökalp muasır olmayı irdelemez. Hukuk, felsefe, bilim ve teknoloji Batı’nın ürünü olarak değil insanlığın ortak değerleri olarak kabul edilir. Bu değerlerin temelleri konusunda fikirlerini bulamayız. Kendisinin de kitapta ifade ettiği üzere o dönemde bu konular üzerinde çok fazla bir tartışma yoktur. Bütün fikir grupları muasırlaşmayı (aslında batılılaşmayı) ortak fikir olarak kabul etmiştir. Bu konuda fikir ayrılıkları bu yeniliklerin ne kadarının alınacağı ve hangi yöntemlerle alınacağı konularındadır.

Kitapta tartışmalar Türkleşmek üzerinde devam etmektedir. Buhran anlarında milli hislerin ön plana çıkacağı ve milli mefkurenin bu hislerden meydana geleceği görülmektedir. Bu görüş İbni Haldun’un buhran anlarında bir asabiyetin doğacağı tezi ile birlikte okunabilir. Osmanlıya bağlı unsurlardan en son Türk milliyetçiliğinin oluşması ama en çok da Türk milliyetçiliğinin yadırganıyor olması bir meseledir. Bu tartışma bugün dahi bir gerçektir. Milliyetçi olmayan kesimlerce Türk Milliyetçiliği dışındaki milliyetçilikler doğalken Türk milliyetçiliği ise kınanmaktadır. Milliyetçilik fikrini kendime yakın bulmasam da bu gerçeği görmezden gelemem.

Gökalp’in düşüncesinde zaman zaman milliyetçilik ile İslamcılık birbirinin yerini alır. Milliyetçiliği tanımladığı yerlerde zaman zaman ümmetçiliği milliyetçilikle eşitler. Aslında Ümmetçilik de bir çeşit milliyetçiliktir. Bir siyasi yapının bir mefkure ile birbirine bağlanması bir çeşit milliyetçiliktir. Osmanlı toplumunda Türk ve Müslümanlığın birbirine bu kadar geçmesi doğaldır. Gökalp de fikirlerinde ümmeti reddetmemiş ve zaman zaman ümmetçi görüşler de ileri sürmüştür. Bu halen devletin hükümranlık alanında yaşayan Arap ve Kürtleri tutmaya devam etmek çabası olarak da okunabilir.

Toparlayacak olursak Misakı Milli sınırları Gökalp’in tezlerini güçlendiren sınırlar olarak bu tartışmaları güncel tutmaya devam etmektedir. Her ne kadar Mustafa Kemal Atatürk’ün “Fikirlerimin babası Ziya Gökalp’tir” demesine rağmen erken cumhuriyet dönemi Ziya Gökalp’in fikirlerinden kopmuştur. Bu fikirler devletin değil sivil siyasetin alanında devam etmektedir. Türk İslam Sentezinin 15 Temmuz sonrası devletin kodlarına yazıldığı söylense de bu tartışma devam etmektedir. Ülkemizde Milliyetçilik ve İslamcılık fikirlerinin tartışılmaya devam etmesi gerekmektedir. Her ne kadar batılılaşma bütün fikir grupları eli ile devam etmekte ise de kültür ve sosyal yapıda Millet ve Ümmet fikirleri halen sıcaktır. Türkiye’nin geleceğini yine bu fikirler olumlu ve olumsuz etki etmeye devam edecektir.

Remzi Çetinkaya  – Şehir Kültür

 

Paylaşım yapmak ister misiniz?

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir