Edebiyat matematik denklemleriyle bütünleşebilir mi? Oulipo akımının bu soruya cevabı “evet”. Peki sizce bu çılgın deneyin arkasında ne yatıyor olabilir?
Oulipo: Kurallarla Özgürleşmenin Sanatı
Hayal edin: Elinizde sadece 14 dize var ama bunlardan yüz bin milyar farklı şiir üretebiliyorsunuz. Kulağa imkansız mı geliyor? 20. yüzyılın ikinci yarısında Fransa’da ortaya çıkan Oulipo hareketinin bir üyesi olan Raymond Queneau bunu başardı.
“Ouvroir de littérature potentielle” ifadesinin baş harflerinden oluşan Oulipo, en genel anlamıyla “potansiyel edebiyat çalışmaları” demek. Oulipocuların kendileri ise bu kavramı “yazarların keyfine göre kullanabileceği yeni biçim ve kalıpların araştırılması” şeklinde tanımlamış.
Bu akımın temel felsefesi ilk bakışta paradoksal: Kendini sınırlayarak daha yaratıcı olmak. Edebi metinlerin matematiksel kurallar çerçevesinde üretilmesini savunan bu grup yazarı, edebiyatı bir oyun olarak görüyor ve dilin potansiyellerini keşfetmeyi hedefliyor.
Tarihsel Kökenler: Lipogram ve Antik Deneyimler
Oulipocular, edebiyatın sözel imkanlarını kendilerini sınırlama yoluyla çoğaltmayı, matematiksel kurallarla yeni edebi türler ve biçimler keşfetmeyi deniyorlar. Bu yaklaşım aslında tarihte yeni değil.
Örneğin “Souda” isimli onuncu yüzyıldan kalma Bizans ansiklopedisinde çok daha iddialı bir girişimden bahsediliyor. Tryphiodorus adlı bir şairin, Lasus’tan yaklaşık bin yıl sonra, Homeros’un Odysseia’sını lipogramatik olarak yeniden yazdığı anlatılıyor.
Odysseia’nın yazıldığı dönemde Yunan alfabesinde yirmi dört harf vardı ve eser de yirmi dört kitaptan oluşuyordu. Tryphiodorus’un Odysseia’sında ise her kitapta bir harf atlanıyor – ilkinde α yoktu, ikincisinde β yoktu ve bu böyle devam ediyordu. Matematiksel bir düzenle antik edebiyatın yeniden yorumlanması…
George Perec ve “Kayıp Harf” Devrimi
Oulipo’nun en ünlü temsilcisi George Perec, bu antik geleneği modern edebiyata taşıyan isim. Türkçeye “Kayboluş” olarak çevrilen romanında Fransızcanın en çok kullanılan harfi olan “e” harfini hiç kullanmadan tam 300 sayfalık bir anlatım biçimi deniyor.
Daha da şaşırtıcısı, kitabı Türkçeye çeviren Cemal Yardımcı’dan gelmiş; e harfi kullanılmadan yazılmış romanı yine e harfini kullanmadan Türkçeye çevirmeyi başarıyor. Bu, sadece dilbilimsel bir beceri değil, aynı zamanda yaratıcı bir çeviri yaklaşımı.
Lipogram denilen bu tekniği ne ilk kez ne de son kez kullanan olmuş Perec. Bu durum bize gösteriyor ki, edebiyatı matematikle zenginleştirme çabası belki de edebiyatın en eski zamanlarından beri uygulanan bir yöntem.
Oulipo’nun Felsefesi: Geleneksel Biçimleri Aşmak
Oulipo’nun temel fikri, klasik edebi biçimlerin kısıtlamaya neden olduğu, bunu aşmak için de biçimi yeniden sorgulamak ve sürekli yeni imkanlar yaratmak gerektiği üzerine kurulu. Genel olarak “Sürrealistler” ve “Oulipo” çatısı altında bir araya gelenler, “sıradan olanı sorgulamayı, üzerindeki kalın tabakayı” kırmayı amaç haline getiriyorlar.
Kurallara karşı koymayı ilke edinen Oulipo’nun kendini kurallarla sınırlandırarak yaratıcı olmayı hedeflemesi elbette fazlasıyla muzip bir tavır. Ancak bu muziplik, edebiyatın sınırlarını genişletmenin yaratıcı bir yolu.
Okuyucu: Pasif Tüketiciden Aktif Yaratıcıya
Geleneksel sanat formlarının sınırlarını zorlayan, farklı disiplinleri harmanlayan Oulipo, muhatabını aktif bir katılımcıya dönüştürmeyi amaçlıyor. Çağdaş sanat içerisinde değerlendirebileceğimiz bu edebiyat akımı, tam da çağdaş sanatın beklediği şekilde okuyucuya aktif rol veriyor, anlamı değil formu ön plana çıkarıyor.
Oulipo’da okuyucu yalnızca metnin içindeki anlamla değil, onun biçimiyle de bir diyalog içine giriyor, hatta belki de girmek zorunda. Hangi matematiksel kurallar içerisinde yazıldığını bulmaya çalışıyor. Belki de istemese bile biçim kendisini ona dayatıyor.
Böylece metin hem içerik hem de biçim kaynağında iki şekilde ortaya çıkıyor. Klasik edebiyat eserlerinde de bir biçim var ve bu biçim çoğu zaman anlamla birlikte okuyucunun algısına kendini kabul ettiriyor. Ancak Oulipyen eserlerde bu biçim edebi nitelikte olmaktan çok matematiksel. Metin içerisinde kaybolan değil, metnin üstüne çıkan bir özellik. Hatta çoğu zaman metnin önüne geçtiği de söylenebilir.
Yüz Bin Milyar Şiirin Matematiksel Sihri
Gelelim kulağa inanılmaz gelen “Yüz Bin Milyar Şiir” kitabına. Bir Oulipo yazarı olarak Raymond Queneau, aslında yüz bin milyar şiiri yalnızca 14 dize ve 10 sayfadan oluşturmuş.
Bu kitabın ne kadar çok şiir içerdiğini anlamak için şu hesabı ortaya koyalım: Raymond Queneau’nun bu kitabı hiç durmadan 24 saat okunsa bile ancak 190.258.751 yılda bitirilebilir!
Kitap Nasıl Çalışıyor?
Queneau’nun dehasının sırrı şurada: Her sayfada 14 dize var ve her dize bağımsız şeritler halinde kesilmiş. Okuyucu bu şeritleri farklı kombinasyonlarla çevirerek yeni şiirler oluşturabiliyor.
Matematik şu: Her satırda 10 farklı seçenek var ve 14 satır bulunuyor. Bu durumda toplam kombinasyon sayısı 10^14 = 100.000.000.000.000 oluyor.
Kim Yaratıyor Bu Şiirleri?
Burada kritik bir soru ortaya çıkıyor: Yazarın ortaya koyduğu şiir/ler, yalnızca onun şahsının ürünü mü yoksa o dizelerin kombinasyonlarını kullanarak her seferinde yeni bir şiir ortaya çıkaran okuyucunun da payı var mı?
Görünen o ki, onun şairliği içinde yalnızca kendisi değil, onun kitabını alan her bir okuyucu, sayfaları çeşitli kombinasyonlarla karıştırarak okuyan her bir edebiyat meraklısının da payı var. Postmodernist yaklaşımın temelinde sanatsal üretimin otoriteye ihtiyacı olmaması yatıyorsa, bu tespit pek de yanlış değil.
Postmodernizm ve Oulipo: Anlamın Yeniden Kurulması
Böyle bakıldığında Queneau’nun şiirlerinde kendi kişiliğini silikleştirerek okuyucuya alan bıraktığı söylenebilir. Burada bu imkanı sağlayan yazarın değil metnin özne olması, metnin tek başına bir yaratıcı olarak ortaya çıkması.
Şairin kendi anlamlarından öte şiirin imkan verdiği anlamlar söz konusu. Postmodernizm metni nesnel içerikten kurtarıp metni mutlak merkez haline getirmiş, böylece metin sonsuz sayıda yaratıma imkan sağlamıştır.
Tıpkı McLuhan’ın iletişim araçları için söylediği “araç iletinin kendisidir” fikrinde olduğu gibi burada da şiirin biçimsel yapısı eserin kendisi olmuş. Şair aslında esasen şiir değil, otonom bir düzen yaratmış.
Yaratılmış Eserler ve Yaratan Eserler
Bu noktada edebi metinlerde iki türden söz etmek gerekiyor:
Yaratılmış eserler: Bugün bildiğimiz klasik tüm eserleri kapsar. Anlam sabit, yazar merkezli.
Yaratan eserler: Oulipo tekniğiyle yazılmış eserler gibi, kendi içinde çok sayıda eserin oluşumuna imkan veren eserler. Anlam okuyucu tarafından sürekli yeniden üretilir.
Queneau’nun söz konusu kitabı, metin içerisinde (pratik olarak) sonsuz sayıda şiir barındırarak yaratıcı eserlere mükemmel bir örneklik oluşturuyor.
Avangard Sanat ve Oulipo: Öncü Birliğin Edebiyat Hali
Amacı ve yapısı itibariyle Oulipo’nun avangard bir akım olduğunu söyleyebiliriz. Genel anlamda geleneksel normlara meydan okuyan, yenilikçi ve radikal bir yaklaşımı ifade eden avangard, sanatın sınırlarını genişletmek, izleyiciyi şaşırtmak ve düşündürmek için çeşitli teknikler kullanır.
Askeri terminolojide “öncü birlik” anlamına gelen avangard sanatçıları, kullandıkları tekniklerle klasik ifade biçimlerini fazlasıyla sarsmışlar. Avangarda göre sanatta saflığa ulaşmanın yolu, toplumun beklentilerini karşılayan klasik anlayışı sürdürmek değil, eserin daha önce denenmemiş biçim ve tarzını esas almak.
Oulipo kendine koyduğu sınırlamalarla hemen her eser farklı bir formu ön plana çıkararak avangardın bu gücünü en etkin şekilde kullanıyor. Her eser farklı bir biçimsel deneme, farklı bir meydan okuma.
Generatif Sanat ve Algoritmanın Öncüsü
“Yüz Bin Milyar Şiir”in postmodernizmle olduğu kadar generatif sanatlarla da doğrudan ilişkisi var. Generatif sanatlar aslında bir çeşit otonomi düzenini çağrıştırır. Bu sistemlerde bir sonuç almak için algoritmalar kullanılır.
Geleneksel sanatta sanatçı eser üretmek için çeşitli araçlar kullanır ve sınırlı sayıda sonuç alabilir. Generatif sanatta ise sanatçı belirli bazı içerikleri eserine tanımlar ve üretim sürecine dahil eder. Bu sistemler sanatçıların belirlediği kurallara bağlı olarak yeni eserler üretir.
Generatif sanat uygulamalarının günümüzde çoğunlukla bilgisayar tabanlı olduğu algısı var ama Galanter’a göre generatif sanat bilgisayarlardan çok önce var olmuş.
Dadaizmle ve Rastgeleliğin Gücü
Otonomiyle ilişkilendirebileceğimiz Oulipyen şiirlerin bu noktada dadaizmle de bağlantısı ortaya çıkıyor. Dada, postmodernist ve çağdaş bir yaklaşımla geleneksel kurallara başkaldırı olarak gelişen ve rastgelelikle yeni edebi içerikler üretilebileceğini savunan bir görüş.
Tristan Tzara’nın bir torbaya doldurduğu onlarca farklı kelimeyi torbadan çekip çıkan kelimelere göre şiir yazması, zar atarak çıkan kelime ve cümlelere göre şiir veya öykü yazılan çalışmalar hem dadaist hem de generatif örnekler.
Dijital Çağın Habercisi: Tüketim Kültürü ve Anlam
Oulipo’nun “potansiyel” kavramı şüphesiz kendini net bir şekilde gösteriyor. Metinlerin sonsuz sayıda üretimine olanak tanıyan bu tip çalışmalar, aynı zamanda dili özgürleştirme ve sanatı demokratikleştirme çabasının da farklı bir yolu.
Çağdaş sanatın “dahi” figürüne yer bırakmayan yaklaşımından hareketle, dehayı yazarıyla birlikte okuyucularına da paylaştırıyor. “Yapay yaratıcılık” olarak adlandırılan bu generatif sistemler, eserin algoritmik potansiyeli sayesinde çok sayıda farklı içeriğe ve anlama kaynaklık ediyor.
Raymond Queneau’nun “Yüz Bin Milyar Şiir”i günümüz dünyasının tüketim kültürüne de denk düşüyor. Her içeriğin çılgınca bir hızla tüketildiği, anlamın geri plana atıldığı, dikkat sürelerinin giderek azaldığı günümüzde çok kısa ve sade bir yapıdan yüzlerce farklı şiir ortaya çıkması elbette okuyucuya daha fazla haz veriyor.
Tam da postmodernizmin ve çağdaş sanatın bir özelliği olarak şiirde anlam, biçimin de etkisiyle silik bir halde duruyor. Anlam en fazla oyunun bir parçası olarak okuyucunun farklı seçenekler içerisinde sonucu görmek için denediği bir “process” halini alıyor. Şiirdeki anlam, okuyucunun duygusuna hitap eden estetik deneyimlerden çok onun çözmesi gereken bulmacalar haline geliyor.
Sonuç: Olasılıklarla Yazılan Edebiyat
Queneau’nun kitabı bize gösteriyor ki, edebiyat sadece kelimelerle değil, olasılıklarla da yazılabilir. Belki de şiirin asıl büyüsü, tek bir anlamı dayatmamasında; her okuyucunun kendi elleriyle yeni bir şiir yaratabilmesinde gizli.
Oulipo bize, edebiyatın sonu gelmeyen bir oyun olduğunu hatırlatıyor. Bu oyunda kurallar var ama bu kurallar yaratıcılığı köreltmiyor, aksine tetikliyor. Matematik formüller şiiri besliyor, kısıtlamalar hayal gücünü genişletiyor, okuyucu pasif tüketici değil aktif oyuncu oluyor.
Günümüzde yapay zeka ile metin üretimi, algoritma şiiri, interaktif dijital sanat eserleri… Hepsi Oulipo’nun 1960’larda attığı tohumların meyvesi. Kurallar bazen özgürleştirici olabiliyor, sınırlar sonsuz olanı keşfetmenin anahtarı haline gelebiliyor.
Belki de edebiyatın geleceği, tek bir anlamı dayatan eserler değil, her okuyucuya kendi hikayesini yazma şansı veren oyun alanları olacak.
Fatih Çalışkan – Şehir Kültür
İlk yorum yapan siz olun