İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Şehirlerin ruhu

Her şehrin kendine has bir ruhu vardır. Bu ruh, yalnızca taşların, sokakların ya da parkların düzenlenmesiyle değil; en çok da içinde yaşayan, düşünen ve üreten insanlarla şekillenir. Büyük insanların idealleri, doğruları, iyilikleri ve güzellikleri adına ortaya koydukları eserler ve kurumlar, şehrin kalbinde atan canlı birer yapı taşına dönüşür. Roma, sadece eski binalarıyla değil; papalık ve onun tarihsel anlamıyla yaşamaktadır. Papalığın önemini yitirmesi, Roma’yı da tarihin gölgesine itmiştir. Petersburg denince akla sadece binalar değil, Tolstoy ve Dostoyevski’nin edebi mirası gelir. Onlardan uzaklaştıkça, şehrin ruhu da erir.

Teknolojinin hızla ilerlemesiyle, Rönesans’ın ruhunu taşıyan Venedik, Milano, Roma gibi şehirler, adeta unutulmaya mahkûm olmaktadır. Dante, Leonardo Da Vinci, Michelangelo gibi devlerin izleri bile bu değişim karşısında soluklanmaktadır. Tıpkı Atina gibi, eski Atina artık sadece bir tarihin parçası, bir müze gibi önümüzde durmaktadır. Bugünün Atinası ise, eski Atina’nın devamı değil, sadece onun gölgesi gibidir. Eski uygarlıkların görkemli eserleri, örneğin Mısır’ın piramitleri, devasa ve etkileyici olsa da, onlara hayat veren ve anlam katan o büyük uygarlık artık yoktur. Piramitler, firavunların anıt mezarları olarak, o uygarlığın canlılık taşıyan mirasını değil, ancak ölümünü ve donmuş zamanını temsil ederler.

Bu bağlamda şehirlerin varlığı, uygarlıkların ruhu ile doğrudan bağlantılıdır. Bir uygarlığın çöküşü, onun şehirlerinin de ruhsal olarak çöküşü demektir. Çünkü şehirler, uygarlıkların somutlaşmış, görünür yüzleridir. Eğer uygarlık çökerse, şehirler de anlamını yitirir. Burada önemli olan, şehrin içindeki kurumların ve insanların yeni değerlerle buluşmasıdır. Eğer yeni değerler ve yeni insan atılımları ortaya konmazsa, şehir sadece ölü bir kabuk haline gelir.

İşte İstanbul, bu trajedinin en açık örneğidir. Osmanlı’nın büyük açılımlarından beslenen İslam uygarlığının son büyük şehirlerinden biri olarak doğan İstanbul, bugün anlamını kaybetmiş bir kente dönüşmüştür. Osmanlı’nın çöküşüyle birlikte şehir de bir duraklama ve gerileme sürecine girmiştir.

Batı şehirlerinin aksine, İstanbul’un maddi yapısı da bu yıkımdan nasibini almıştır. Bugün nüfusu milyonları aşan İstanbul, yeni bir kent olmaktan çok, eski kimliğini yitirmiş bir varlık gibidir.

Ruhsal ve maddi tembellik, şehirdeki canlılık ve heyecanın azalması, İstanbul’u eski ihtişamından uzaklaştırmıştır. Terörün, kargaşanın ve çaresizliğin başkenti olması da bu yozlaşmanın bir sonucudur.

Ancak umut her zaman vardır. İstanbul ve benzeri şehirler, yeni bir ruhun, yeni bir hayat tarzının tohumlarını yeşerttiği zaman, gerçek anlamda yeniden doğacaklardır. Geçmişin büyük ustaları, sanatçıları, alimleri ve kültürel değerleriyle yeniden buluşup, onları günümüzle bütünleştiren yeni bir diriliş yaşanmadıkça; bahar dönüşmeyecek, sadece sonbaharın, hatta kışın ağırlığı hissedilecektir. Bursa, Edirne, Manisa, Konya ve diğerleri için de durum benzerdir. Her biri, kendi içinde yeni bir canlanmayı beklemekte; aksi takdirde, ölü şehirler haline gelme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.

Şehrin ruhu, yaşayan insanlarla doğar, onlar aracılığıyla devam eder. Tarih boyunca şehirler, sadece mimari ve coğrafi birimler olarak görülmemiş, aynı zamanda insanlığın kültürel, sosyal ve ruhsal deneyimlerinin yaşandığı yerler olmuştur. İnsan olmadan şehir düşünmek mümkün değildir; tıpkı bir beden olmadan ruhun var olamayacağı gibi. Çünkü ruh, ancak beden içinde hayat bulur.

Bir şehrin kimliğini belirleyen, o şehirde yaşayan insanların değerleridir. Bu değerler, dil, din, sanat, eğitim ve bilim yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılır. Bu aktarım sürekliliği, şehrin ruhunu ayakta tutar. Büyük medeniyetler, şehirler aracılığıyla varlıklarını duyurmuşlardır. Atina, Roma, Kahire, Bağdat, İslam’ın altın çağına şahitlik eden Endülüs şehirleri, her biri kendi dönemlerinin kültürel ve entelektüel merkezleri olarak şehri bir yaşam alanından öte, uygarlığın merkezi haline getirmişlerdir.

Ancak bu merkezler, yalnızca fiziksel bir yapı yığını değildir. Onların gerçek büyüklüğü, içinde yaşayan insanların sahip olduğu büyük düşünce ve değerlerde saklıdır. İnsanlığın ortak mirasına katkıda bulunan bu düşünce insanları, şehri yaşayan ve anlamlandıran gerçek kahramanlardır. Shakespeare’in Londrası, Goethe’nin Frankfurt’u, Tolstoy’un Petersburg’u ve daha niceleri, edebiyat ve sanatın bu şehirlerde köklenmesiyle sadece coğrafi değil, kültürel haritalarda da iz bırakmıştır.

Uygarlıklar, doğası gereği değişime, dönüşüme ve sonunda da yok oluşa tabidir. Bu süreç, şehirlerin de ruhsal ve fiziki olarak çöküşüne yol açar. Ancak bu çöküş, kaçınılmaz bir son değil; yeni başlangıçların zeminini hazırlayan bir süreçtir. Bir uygarlığın çöküşü, o uygarlığın şehirlerinde bir anlam kaybına neden olur. Çünkü şehirler, uygarlıkların somutlaşmış, görünür yüzleridir. Eğer uygarlık çökerse, şehirler de anlamını yitirir. Burada önemli olan, şehrin içindeki kurumların ve insanların yeni değerlerle buluşmasıdır. Eğer yeni değerler ve yeni insan atılımları ortaya konmazsa, şehir sadece ölü bir kabuk haline gelir.

Bunun en canlı örneği, yukarıda da değindiğimiz gibi, İstanbul’dur. Osmanlı’nın büyük bir kültürel ve siyasi merkez olarak yükseldiği bu şehir, zamanla eski gücünü kaybetmiş ve anlamını yitirmiştir. Ancak İstanbul’un kaderi, sadece tarihsel bir sona işaret etmez. Aynı zamanda yeni bir dirilişin de mümkün olduğunu gösterir. Bu diriliş, ancak insan ruhundaki yeni heyecan, aşk ve inançla mümkün olacaktır.

Modern dünyada teknoloji, şehirlerin fiziki yapısını hızla değiştirirken, bir yandan da şehrin ruhunu unutturacak boyutta etkili oluyor. Beton bloklar, yüksek gökdelenler, asfalt yollar ve karmaşık altyapılar, şehrin insan ruhuna hitap eden yüzünü giderek örtüyor. Ancak şehir ruhu, yalnızca fiziksel güzelliklerden ibaret değildir. Sanat, kültür, tarih ve insan ilişkilerinin harmanlandığı sosyal dokudur asıl önemli olan. Teknolojik ilerlemeler, insanın manevi bağlarını zayıflatıyorsa, o şehir yaşanabilir olmaktan çıkmaya mahkûmdur.

Venedik gibi şehirlerin, sanat ve tarih kokan sokaklarının kaybolması, onların sadece birer turistik destinasyon olmalarına sebep olabilir. Oysa gerçek şehir, insan ruhunun derinliklerinde yaşar ve orada beslenir. Eski şehirlerin yaşadığı anlam yitimi ve ruhsal boşluk, bize yeni bir soruyu da beraberinde getiriyor: Acaba yeni bir şehir, yeni bir uygarlık yaratmak mümkün mü?

Bu, aslında insanlık tarihi boyunca tekrar tekrar sorulmuş ve her defasında farklı biçimlerde yanıt aranan bir sorudur. Her yeni uygarlık, bir öncekinin mirasını alır, onu yorumlar, yeniden yaratır ve yeni değerlerle harmanlar. Şehirler de bu mirasın yaşayan sahneleridir.

Ancak yeni bir şehir, sadece beton ve teknolojiyle inşa edilmez. Onun özünde, yeni bir insanlık tasavvuru yatar. İnsanların kendi değerlerine, sanatlarına, inançlarına ve bilimlerine sahip çıktıkları, onları yeniden inşa ettikleri bir diriliş süreci. Bu nedenle, şehrin yeniden canlanması, en çok da içinde yaşayan insanların bilinçli çabalarına bağlıdır. Sanatın, bilimin, eğitimin ve inancın yeniden yeşerdiği, sosyal dayanışmanın güçlendiği bir ortam yaratmak zorundayız.

Şehirler, uygarlıkların aynasıdır. Onların ruhu, insanlığın geçmişi, bugününü ve geleceğini taşıyan bir mirastır. Ancak bu miras, sadece taşlarda değil; insanlarda, onların yaşam biçimlerinde ve değerlerinde yaşar. Bu yüzden her şehir, yaşayan insanlarının özverisi, heyecanı ve inancı sayesinde var olur. Bu inanç ve heyecan sönmeye başladığında, şehirler anlamını yitirir, birer gölgeye dönüşür.

Geleceğe yönelik umut, yeni insan atılımlarında, yeni değerlerin yaratılmasında ve şehri yaşatan ruhun diri tutulmasındadır. Bu da ancak ortak bir bilinçle, kültüre, sanata, bilime ve insana değer vererek mümkün olur. İşte o zaman şehirler, sadece tarih sayfalarında kalmaz; yaşayan ve nefes alan, insan ruhuna dokunan mekânlar olmaya devam ederler.

Hoşça bakın zatınıza…

Mehmet Biten – Şehir Kültür

 


 

Paylaşım yapmak ister misiniz?

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir