İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Erguvan ile Sakura arasında zamana ve güzelliğe dair iki yorum

İstanbul’un baharı erguvanla başlar, Japonya’nınki sakurayla. İki coğrafya, iki ağaç, iki çiçek… Ama aslında, iki farklı medeniyetin zamana, hayata ve güzelliğe dair söyledikleri aynı cümlede buluşur: Her şey geçicidir ama bazı anlar sonsuzluk kadar derindir.

Erguvan, Boğaziçi’ni morun en derin tonlarına boyarken sadece bir çiçeklenme sunmaz, geçmişin kokusunu bugüne taşır. Ahşap köşklerin, zamanın dokunmaya kıyamadığı bahçelerinde hâlâ gölgelenen erguvan, eski İstanbul’un naif zarafetini hatırlatır. Her baharda yeniden açar ama her seferinde başka bir hatırayı uyandırarak. Boğaz’ın mavi sularına yansıyan bu renk, betonun kıyısında hâlâ direnmekte olan tabiatın şiiridir. Şair Süheyl Ünver’in dediği gibi: “Erguvana şiir söyleme, anlatmazsın. Kendisi şiir. Gör ve duy, kafi.”

Rahmetli Akif Emre, erguvanları tanımamızda, İstanbul ile birlikte sevmemizde pay sahibidir. Ve o şöyle anlatır:

“… İstanbul’un en güzel mevsimi erguvan zamanıdır. Hiçbir renk, hiçbir bahar belirtisi erguvan kadar İstanbul olamaz. Erguvan geçmiş zamanların İstanbul’undan, Boğaziçi’nden bugüne bir esinti, bir renk, bir koku, bir imge… Erguvan bu bakımdan yaşayan, her dem taze olan bir nostalji duygusunu diri tutar. Eskimeyen duyguların canlılığıdır renkleri, naif bedeni, dalları geçmişin hatıralarını taşır…”

Öte yandan Japonya’nın sakurası, estetiğin, farkındalığın ve kabullenişin sembolüdür. Hayat gibi sakura da bir sabah başlar, bir başka sabah yiter. Ancak o kısa ömrü boyunca, varoluşun özünü hatırlatır: Güzellik, kalıcılıkla değil, geçicilikle anlam kazanır. Her yıl yeniden açan kiraz çiçekleri, insanın zamanla mücadelesine değil, zamanla uyumuna bir çağrıdır. Japon estetik düşüncesinin mono no aware” diye tanımladığı o tatlı, ağır hüzünle sakura der ki: “Yaşam bir manzaradır; tutulmaz, seyredilir.”

Erguvan, geçmişin içinden bugüne yürür. Yaşayan bir nostaljidir. Belleğimizin sakladığı ne varsa onun dallarında yeniden filizlenir. Oysa sakura, geleceğin kaygısından ve geçmişin yükünden sıyrılıp an’a odaklanmamızı ister. Bize, sadece “şimdi”nin gerçek olduğunu fısıldar. Biri geçmişe duyulan bir sevgiyle var olurken, diğeri geleceğe dair kaygısız bir kabullenişi anlatır.

Ancak her iki çiçek de başka yollarla olsa da aynı hakikati söyler: Hayat, anların toplamıdır. Ve o anlar, fark edildiğinde kıymetlidir. Erguvan, İstanbul’un siluetine sinmiş bir hatıradır; sakura ise doğanın fısıldadığı bir öğretidir. Erguvan bize hafızayı hatırlatırken, sakura farkındalığı öğretir.

Belki de bu yüzden, Boğaz’da bir erguvan seyriyle Tokyo’da bir sakura altında oturmak arasında özde pek fark yoktur. İkisi de bizi hayatın özüne, geçiciliğin içindeki derinliğe çağırır. Ve der ki: Zamana direnme; onunla ak. Güzelliğin özü, tam da geçiciliğindedir.

İşte bu yüzden, erguvan ile sakura arasında kurulan köprü, yalnızca çiçeklerin rengine değil, iki medeniyetin hayat algısına, zamana dair şiirsel bakışına da uzanır. Biri morla hatırlatır geçmişin izlerini, diğeri pembeyle öğretir an’ın kıymetini. Ve belki de en sonunda, her ikisi de aynı şiiri mırıldanır:

“Sonsuzluk, belki de bir anın içindedir – yeter ki onu görmeyi bilelim.”

Hoşça bakın zatınıza…

Mehmet Biten – Şehir Kültür


 

Paylaşım yapmak ister misiniz?

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir