Bir süredir Maya’nın önünden geçerken içimde bir şeylerin değiştiğine dair belirsiz bir his vardı. Tadilat hali, değişen vitrin… Belki bir yenilemedir deyip geçtim, fazla da üzerinde durmadım. Yoluma devam ettim. Ta ki bir gün tabeladaki isim değişikliğini görene kadar. İçim cız etti. Ama yine de tanıdık simaları görünce içimi bir teselli kapladı. Belki, dedim, her şey yine eskisi gibi devam ediyordur. Sadece bir dekor değişimidir diye kendimi olumlu düşünmeye teşvik ettim. Galiba duymak istediğimi düşünceme söyletiyordum. Zaten hep öyle olmaz mı?
Sonra bir akşam, yeşil kıyafetli yeni personellerin camları sildiğini gördüm. İşte o an, her şeyin gerçekten değişeceğini hissettim. İçime bir ürperti düştü. Neden bu kadar önemsiyorum ki diye kendime sordum. Galiba cevap için hazır değildim, üzerinde yine durmadım ve öylece geçip gittim.
Ama bazı mekânlar vardır, sadece bulunduğun değil, kendini bulduğun yerlerdir. Maya da öyleydi. Göz ucuyla bile görsem, tanıdık sesleri, kahve makinesinin alışıldık uğultusunu, cam kenarında oturan bir çiftin mahcup gülümsemesini hatırlar gibi olurdum. O an, o yerle aranda görünmez bir bağ kurulur. Belki adı konmaz ama varlığı hissedilir.
Ta ki bu akşama kadar. Bu akşam önünden geçerken içeride yeni bir tefrişat, birkaç oturan müşteri… İçimde dayanılmaz bir merakla geri döndüm.
Kasada duran tanıdık personele sordum:
— Maya’ya ne oldu? Diye sordum.
Başını hafifçe eğdi, gözlerini kaçırmadan cevapladı:
— “Maya bitti. El değiştirdi.” dedi.
— Nargile kafe mi olacak? diye sordum. Biraz üzgün bir eda ile çünkü yıllardır orada çalışan biriydi, hüznünü gizlemeyerek, biraz da yeni yere davet eder gibi cevapladı:
— Her şey aynı, ustalar, lezzetler… Sadece sahibi değişti, dedi. Teşekkür ettim ve sessizce ayrıldım. O da biliyordu, ben de… Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Aradaki bağ başka bir şeye dönüşecek ya da dönüşemeyecekti.
Maya, benim için sadece bir pastane değildi. Amerika’dan döndüğümde değişmemiş nadir yerlerden biriydi. Buluşmalar, kahvaltılar… Ali’nin en çok sevdiği kek ve çikolataları orada bulmuştuk. Onun yüzündeki o tarifsiz mutluluğu nasıl unutabilirim ki? Çikolataların yumuşaklığı, kekin mis gibi vanilya kokusu, onun o küçük ama büyük mutluluğu… Zamanın kısa bir anlığına durduğu anlardı onlar. Hatta bir ara Selim’in de dikkatini çekmiş olmalı ki, baba burada ‘maya’ vardı, ona ne oldu diye sordu. Ben de el değiştirmiş dedim. Bunu anlamadı. Hemen sordu: “Peki, Ali’ye çikolata nereden alacağız?” Ben de yeni bir yer bulacağız dedim.
Ama o sorunun içimde bıraktığı boşluk hâlâ dolmadı.
Mekânlar şehirlerin ve insanların ortak hafızasıdır. Onun için bir yerde mekânlar çok sık değişiyorsa, aidiyet duygusu da o denli zafiyete uğruyor. Ankara’ya geldiğimde en tatlı muhabbetlere eşlik eden dostlara, tatlıları ile kahveleri ile eşlik eden mekân oldu. Salih, Yusuf’lar, Mazlum, Resul, Hüseyin, Remzi, Selim, Ahmet… ve daha niceleriyle paylaştığımız samimi muhabbetler, o sıcaklık… Hepsi Maya’daydı.
Maya bir sabitti. Değişen hayatlarımıza, dağınık ruh hallerimize rağmen orada dururdu. Bizi yeniden buluşturan, kısa bir teneffüs gibi içimizi ferahlatan bir yerdi. Bu yüzden sadece bir işletme kapanmadı. Bizden bir parça daha eksildi.
Ben kişisel hafızanın önemine ve mekân hafızasının değerine inanırım. Bir insanın, bir şehrin en canlı tanıkları mekânlar değil midir? Bazen bir yer hakkında konuşmaya başladığınızda boşluğa düştüğünüz olmuyor mu? Ben bunu çoklukla yaşıyorum. “Şurada şöyle bir yer vardı.” Ne orası ne de o yer kalmıyor. O kadar hızlı her şey değişiyor ki, ben uyum sağlayamıyorum. Artık mekânların çoğunda çalışanların değişim hızı teknolojik aletlerin değişim hızına ayak uyduruyor. Hiçbir şey ile bağ kurdurmayan bu yeni kentler bizi hafızasızlığa terk etmiyor mu?
Bir mekâna ait olmak, bazen bir insanın hayatında güven duygusunun filizlendiği yer olabilir. Oradaki bir garsonun “her zamankinden mi?” sorusu, bir dostun seni hiç yadırgamadan karşıladığı o masa, içtiğin kahvenin kokusuyla geri gelen yıllar… Bunların her biri, şehirle kurduğun duygusal ilişkiyi örer.
Bu gece, Maya’ya da veda ettim. Seni tanıyan, senin isteklerini, davranışlarını bilen bir mekânı; oraya ait insanları ve bir mekânla kurduğun aidiyetleri hatıraların arasına yerleştirip, biraz da hüznüne sarılıp, yol aldığım bir zamanı daha ardımda bıraktım. Ne çok şey eksiliyor hayattan…
Hoşça bakın zatınıza…
Mehmet Biten – Şehir Kültür
İlk yorum yapan siz olun