İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hayatın kenarından

“Bir yumurtayı sertleştiren kaynar su, patatesi yumuşatır. Bu yüzden çevrenizi kontrol edin ve çevrenin sizi kontrol etmesine izin vermeyin.” Bu sözü defterimin bir kösesine alıntı olarak not etmişim ama nereden alıntıladığıma dair hiçbir şey yazmamışım bu da benim eksikliğim. Uzun bir müddet bu betimleme üzerine düşünürken otobüste iki genç arasında geçen bir konuşma bana gençler ve ebeveynler üzerine düşünmeme neden oldu. Bu konuda düşünürken kırılganlıkları ya da güçlü yanları neleri belirlediği ve bizi hayata karşı nasıl konumlandırdığı da önemli bir nokta olarak kendini gösterince bu konuda yazmak da elzem bir hale geldi. Onun için her şeyi “hayat” diyerek havale etmek yerine kendimize doğru bakmaya daha çok ihtiyacımız var. Çünkü hayat uzun bir sınav.

Hayat, çoğu zaman bizi bir sınavın ortasında bulur. Bir sabah uyanırız ve işler artık eskisi gibi değildir. Bir kapı kapanır, bir dost uzaklaşır, bir hedef ertelenir. Belki bir sınavda başarısız oluruz, belki de bir hayal kırıklığının sessizliğiyle baş başa kalırız. Gençlik çağında bu duygular daha yoğun, daha keskindir. Hayat, sanki sürekli kaynayan bir su gibidir: Yakıcı, dönüştürücü, kaçınılmaz.

Fakat bu kaynar suyun içine düşen herkes aynı tepkiyi vermez. Kimi sertleşir, kimi yumuşar. Aynı ortamda, aynı sıcaklıkta, iki farklı sonuç doğar. İşte bu nedenle mesele çevre değil, mesele iç yapıdadır. Bu gerçek, yalnızca bireyin değil, toplumun da ruhuna dokunan bir sorudur.

Gençlik, sınanmakla şekillenen bir kimlik oluşturma yolculuğudur. Gençlik, bir kimlik arayışıdır. Bu arayış sırasında karşılaşılan her baskı, her engel, kişiliğin temel taşlarını biçimlendirir. Bu dönemde hissedilen dış baskılar—başarı beklentisi, sosyal onay arayışı, anlam arayışı—psikolojik olarak bireyin gelişiminde belirleyici rol oynar. Genç, kendi iç sesini duymaya çalışırken, çevrenin gürültüsüne maruz kalır. Bazen bir söz, bir bakış, bir beklenti tüm yönünü değiştirebilir.

Psikoloji bilimi bu noktada “duygusal dayanıklılık” (resilience) kavramını öne çıkarır. Zorluklar karşısında dağılmadan ayakta kalabilme, hatta büyüyebilme kapasitesi. Bu yeti, doğuştan gelen bir yetenek değil, sonradan geliştirilen bir beceridir. Genç birey, kaynar suyun içinde çözülmemek için öz farkındalık, duygusal denge ve içsel güç gibi temellere ihtiyaç duyar.

Fakat genç, bunu tek başına inşa etmek zorunda değildir. Onun için rehbere ihtiyaç duyar. Ebeveynlik iste bu noktada devreye girer. Ebeveyn rehber olmalıdır, şekil veren değil… Ebeveyn olmak, çocuk yetiştirmenin ötesinde, onun yanında büyümek anlamına gelir. Her birey gibi çocuk da kendi karakterini, duygusal yapısını, değer dünyasını içinde taşır. Bu nedenle ebeveynin görevi, bu iç yapıyı yeniden şekillendirmek değil; anlamaya, desteklemeye ve gerektiğinde sarsılmadan eşlik etmeye çalışmaktır.

Toplumsal başarı kıstaslarının gölgesinde, birçok ebeveyn çocuğunun kusursuz, her durumda güçlü ve başarılı olmasını ister. Oysa kimi çocuk yumurta gibidir; dışarıdan kırılgan, ama içeriden olgunlaşmaya hazır. Kimi ise patates gibidir; dışarıdan sağlam, ama baskı karşısında çözülmeye yatkın. Bu farkı görmek, ebeveynliğin en incelikli yanıdır. Çünkü çocukları yetiştirirken suyu kontrol etmek mümkün değildir. Ama çocuğun o suyla baş etmesini öğretebilmek mümkündür.

Aile ortamı, genç bireyin en büyük destek kaynağıdır. Anlaşıldığını hisseden bir genç, en büyük fırtınaları bile içinde çözebilir. Bu nedenle iletişim, sadece konuşmak değil; dinlemek, anlamak ve sabırla beklemektir. Eleştiriden çok rehberlik, müdahaleden çok güven gerekir.

Toplum ve Eğitim: Dirençli Bireyler Yetiştirebilir miyiz?

Bu bireysel ve ailevi dinamikler, elbette toplumdan ayrı düşünülemez. Eğitim sisteminin, sosyal çevrenin ve dijital dünyanın etkisi, gencin üzerindeki baskıyı katbekat artırmaktadır. Sosyal medya, sürekli bir “başarı” ve “mükemmellik” vitrini sunarken, genç birey kendi gerçekliğiyle bu sahte vitrinin arasındaki boşlukta savrulabilir.

Eğitim, sadece bilgi aktarmak değil; aynı zamanda karakter inşa etmektir. Okullar, çocukları hayata hazırlayan değil; hayatın içinden geçen yolları gösteren yerler olmalıdır. Bu bağlamda, eleştirel düşünme, duygusal farkındalık ve öz yönetim becerileri eğitim sisteminin temel taşları olmalıdır. Çünkü hayatın kaynar sularında yüzebilmek, sadece sınavları geçmekle değil, kendini tanımakla mümkündür.

Son söz yerine hayatın kaynar suları kimseyi ayırmaz. Ne yaş ne statü ne karakter farkı tanır. Ancak bu suyun içinde nasıl bir hâle geleceğimiz bizim elimizdedir. Gençler için bu, kendi iç seslerini keşfetme ve bu sese kulak verme sürecidir. Ebeveynler için ise çocuğun içsel yapısını tanıma, anlamlandırma ve o yapıya saygı duyma sürecidir.

Birlikte aynı suda olsak bile, birlikte direnç kazanabiliriz. Belki yumurta oluruz, belki patates… Ama asıl mesele, aynı kaptaki suyun bizi birbirimize yabancılaştırmaması. Asıl mesele, birlikte kaynamadan birlikte güçlenebilmektir.

Hoşça bakın zatınıza…

Mehmet Biten – Şehir Kültür

 


 

Paylaşım yapmak ister misiniz?

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir