İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ankara Sıkıntısı

Bazı şehirlerin adı, bir duyguya dönüşür zamanla. Haritadaki bir nokta olmanın ötesine geçer; insana ruh hali giydirir. Ankara, işte tam da böyle bir şehir. İsmi anıldığında akla önce gri gelir, sonra sessizlik. Güneşi bile isteksiz parlayan, rüzgârı suratına utanmadan çarpan, sustukça daha çok konuşan bir kent.

Bu sıkıntının adı da kondu artık: Ankara Sıkıntısı. Kimisi Zeki Demirkubuz’un “Yeraltı” filminde geçtiğini söyler, kimisi Nuri Bilge Ceylan’ın Mayıs Sıkıntısı filmine gönderme olduğunu… Ama bu sıkıntı ne bir filme referans ne de entelektüel bir serzeniş ne de bir duruş. Bu, Ankara’da yaşamış herkesin damarına kadar işlemiş, zamanla içselleştirilmiş bir ruh hali. Bir tür psikocoğrafya.

Yine puslu bir Ankara akşamı. Üst geçitten tıkanan trafiğe bakıyorum. Sabit kalan arabalar, ilerlemeyen zaman gibi. Yol kenarına sıralanmış gökdelenler, birer korkuluk gibi şehri kuşatmış. Ne koruyorlar ne de güzelleştiriyorlar. Sadece sıkıştırıyorlar. İnsanlar yorgun; gözlerinde tarifsiz bir tükenmişlik. Bir hakkı yenmişlik, eksik kalmışlık, daha doğrusu bir tamamlanamamışlık hissi.

Bazıları, şehirde yarı tanrı edasıyla dolaşıyor. Ellerinde yetki, dillerinde kibir. Kendilerini büyük sanıyorlar ama aslında kimseye faydaları yok, kendilerine bile. Herkesin bir dayısı, bir hamisi var ama kimse kendi gölgesinden bile emin değil. Belki de Ankara’ya o boğucu havasını veren, bu içi boş büyüklük iddiası. Belki de taşradan koşarak gelip sıradan egolara yakıt taşıyanların katkısıyla bu sıkıntı iyice yoğunlaşıyor. Ne olmak istediğini bilmeden bir şey olmaya çalışanların şehri burası. Bu çırpınış, gökyüzüne bile sinmiş gibi.

Ankara, gelmelerin, gitmelerin, beklemelerin şehri. Ne tam varılan ne de uğurlanan bir yer. Karakter koyması gereken zamanlarda susanların, korkularını tevazuya dönüştürenlerin, menfaati idealle karıştıranların durağı. Her gün aynı rutine razı olanların, başka bir ihtimali hayal etmekten korkanların toprağı. Umut, uzun zamandır sokağa çıkmıyor burada. Heves ise bitmek bilmiyor; her yamukluğa kılıf bulabilenlerin çevikliği hâkim havaya.

Kimse gerçekten gitmiyor ama kimse tam olarak kalamıyor da.

Herkes bir şey bekliyor, ama neyi beklediğini bilen yok.

Belki de en çok bu belirsizlik yoruyor insanı.

Ne büyüyen bir hayat var ne de küçülen bir yük.

Yerinde sayan bir devinim.

Gözlerin açık ama manzara hep aynı: gri, puslu, yorgun.

Gitmek için yeterince hüzün, kalmak için hiç umut yok. Bu cümle, Ankara’nın resmi olabilir. Bir tabela gibi asılmalı girişine. “Yolu tükenmişlik hâli” yalnızca bu şehre değil, burada var olmaya çalışanlara ait. Çünkü bir şehir sadece binalardan değil, o binaların arasında sıkışıp kalan insanlardan oluşur. Ankara, yüzleşmekten kaçtığımız yanımız. Yarım kalmış hayallerin, ödün verilmiş ilkelerin, susturulmuş öfkelerin kolektif hafızası. Bu yüzden onun sıkıntısı da kolay kolay geçmiyor.

Hoşça bakın zatınıza…

Mehmet Biten – Şehir Kültür


 

Paylaşım yapmak ister misiniz?

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir